Psikolojimizin Doğası

Doğa; en geniş tanımı ile herkesi ve her şeyi içine alan, kendini sürekli olarak yenileyen yer… Aslında tüm evren. Düşününce bu koca evrene ne çok şey sığıyor değil mi? Ne de kıymetli, her ne kadar değerini bilemesek de… Doğanın bizi barındırdığı gibi biz de içimizde doğayı barındırıyoruz. İçimiz içimize sığmayacak kadar mutlu hissettiğimizde çimlerde yuvarlanıp uzanmak istememiz de dokunsalar ağlayacak kadar üzgün hissettiğimizde bir sahil kenarına gidip denizle dertleşmemiz de bu yüzden değil mi? Sanki çimler mutluluğumuzu anlayacakmış ya da denizler sorunlarımıza çare bulacakmış gibi geliyor tüm bu anlarda. Her şeyimizi doğa ile paylaşmak mı istiyoruz yoksa içimizdeki  eksikliği doğa ile mi dolduruyoruz emin değilim ama insan psikolojisi için doğanın önemli bir role sahip olduğundan eminim. Bu kesinliğimin altında yatan mantığı da size özetleyeyim; evrimsel psikoloji perspektifinden baktığımızda, doğayı kullanarak hayatta kalmayı öğrenmiş olan biz insanların doğada huzur bulması, doğadan güç alması, fiziksel olarak doğadan beslendiği gibi ruhunu da doğa ile beslemesi  gayet mantıklı değil mi? Atalarımızın taş devrinde ya da savaşların zorlu şartlarında doğanın bir parçası olarak yaşamını sürdürmeye devam  etmesi hatta bu şartları belli bir oranda avantaj haline getirmesi  bizim genlerimizde var. Bu evrimin içinde barındırdığı hayatta kalma ve doğa ile iletişim halinde olma durumu, insanlık tarihinde her zaman insanın verimliliğini arttırmıştır.

İnsanlık tarihinden ve evrimsel psikolojiden biraz bahsettik. Hadi şimdi de kendimizi sorgulayalım ve kendimizi atalarımızla kıyaslayalım. Öncelikle en son ne zaman gidip bir çiçek kokladığımızı ya da en son ne zaman bir ağaca dokunduğumuzu düşünebiliriz. Uzun zaman oldu değil mi? Kulağa her ne kadar ufak ve önemsiz şeyler gibi geliyor olsalar da doğa ile iç içe olmanın insan psikolojisi için her zaman önemli bir rolü olmuş ve bu rol genlerimize kodlanmış. Bu kodlanmaya örnek verelim; deniz görünce heyecanlanmamız, kışın her yerin bembeyaz olmasını istememiz ve bu beyazlığı hayranlıkla izlememiz, çektiğimiz doğa fotoğraflarını hayretle incelememiz… Tüm bunlar özümüzde, zihnimizde, duygularımızda doğanın etkileri olduğunu göstermez mi? Haliyle tüm bunlara etkisi olan doğa, psikolojimiz üzerinde de doğrudan bir etkiye sahip değil midir?

Hadi şimdi doğanın psikolojimize olan etkilerini biraz daha inceleyelim. Araştırmalara göre doğada olmak hatta doğa manzaralarına bakmak bile öfkeyi, kaygıyı azaltıyor, olumlu duyguların ortaya çıkmasını sağlıyor. Acılarımız, sorunlarımız ile başa çıkmamız konusunda da bizi destekliyor. 

Tüm bunlar kulağa harika geliyor da doğa ile yakınlaşmak için neler yapabiliriz dediğinizi duyuyor gibiyim. Daha fazla doğa yürüyüşü yapabilir ve en önemlisi bunu bir rutin haline getirebilirsiniz. Yürüyüşün fiziksel sağlığa iyi geldiğini hepimiz biliyoruz ama doğa içerisinde yapılan yürüyüş, duygusal sağlığımıza da iyi geliyor. Yürüyüş yapıp geçmeyin, doğada geçirdiğiniz vakti not alın. Yürüyüş yaparken gördüğünüz güneşi, bulutları bir kâğıda not alın hatta isterseniz gördüğünüz ağaçları çizin ve ‘doğa günlüğü’ tutun. Bu günlüğe baktığınızda, doğanın size ve psikolojinize sağladığı iyi oluş halini tekrar tekrar fark edeceksiniz. Ha bir de günümüzün büyük kısmını geçirdiğimiz iş yerlerimizde, evlerimizde bitkilere yer vermemiz de ruh sağlığımıza iyi gelecektir. Bu konuda yapılan çalışmalar; iç mekân bitkilerinin zihinsel sağlığa iyi geldiğini ve bilişsel işlevleri geliştirdiğini göstermektedir. 

Son olarak, doğayla iç içe kalın, doğadan uzaklaşmayın, doğaya çıkmak için çıkmayın; onu hissedin, dokunun ve içinize çekin. Size iyi gelecektir.

“Biz, tabiatı örnek alırsak asla yanılmayız.” – M.T. Cicero

Psikolog Mert İçme

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir