Sevgi(siz) misiniz?
Canlılar olarak birçok duyguya sahibiz. Sevgi de bunlardan sadece bir tanesi. Birçoğumuz
sevginin doğuştan sahip olduğumuz bir duygu olduğunu düşünse de, aslında sevgi sonradan
öğrenilen bir duygu. İnsan sevgi aldıkça, sevgi göstermeyi öğrenir. Aksi takdirde sadece ‘alıcı’
olarak kalır. Sevgi denince akla ilk önce iki birey arasındaki duygusal çekim gelse de, sevgi bu
kadar kısıtlanamayacak kadar derin bir duygudur. Sevgi her şeyden önce fedakarlıktır , karşılık
beklemeden sunulan bir duygudur. Çoğunlukla insanlar bunun farkında olamazlar eğer
farkında olsalardı sevmek bu kadar karmaşık bir hale gelmezdi.
Özetlersek, sevgiyi bir yaşantı, somut bir yaşamsal süreç olarak değil de, soyut bir kavram
olarak gören bu tanımlamalara göre sevgi, bir kişiye ya da bir şeye karşı duyulan ilgi, bağlılık,
içtenlikli yakınlık duygusu, derin sevecenlik; o kişinin ya da şeyin iyiliğini isteme, ona içten
bağlanmadır. Ayrıca sevgiyi ilgi göstermeye yönelten duygu olarak tanımlayabiliriz. Spor
sevgisi, yemek sevgisi, kardeş sevgisi gibi…
Sevginin Psikolojideki Anlamı: Sevgi, önemseme, ilgi duyma duygusudur. İnsanın
doğasında bulunan, yaşamı renklendiren ve anlamlandıran en güzel özelliklerinden birisidir
sevgi. Sevginin bütünleştirici yönü vardır. Bu bütünleşmenin temel özelliği hem kendini hem
karşıdakini olabildiğince ihmal etmemesi, eksilten değil çoğaltan nitelikler taşımasıdır. Sevgi
ayrıca saygıyı kapsar. İkisi bir büyündür, saygı olmadan sevgiyi tek başına düşünmek
,anlamlandırmak mümkün değildir, kişiye değerli hissettirdiği için büyük bir haz verir ve ruhu
doyuma ulaştırır. Sevgi, deneyimlerden etkilenebilir. Bazı kötü deneyimler o nesneye ya da
kişiye olan sevgiyi azaltırken , olumlu deneyimler ise sevgiyi arttır.
Bunun yanında sevgi, hayal kırıklığına uğratan bir duygudur. Kişiler bekledikleri sevgiyi
görmediklerinde, kendilerini yeteri kadar değerli hissetmeyebilir ve manevi doyuma
ulaşamayabilirler. Bu durum psikolojik rahatsızlıklara da neden olabilir. Örneğin; fiziksel
ihtiyaçları iyi derecede karşılanmasına rağmen yeterli sevgi görmeyen bir bebeğin sadece
duyguları değil , beyni ve zekası da sağlıklı gelişmez. Zamanında yürüme, konuşma, muhakeme
yapabilme, dikkat, empati kurma, duruma göre uygun davranışta bulunabilme gibi pek çok
zihinsel ve duygusal becerinin gelişiminin ana etkeni sevgidir. Bebeklikte yaşanan sevgisizlik
durumu yetişkinlik hayatını da etkiler. Yaşamın ilk yıllarında yeterli sevgi görmemiş bireylerin,
yaşamlarının ileriki dönemlerinde içe dönük kişiliklere sahip olmaları yüksek ihtimaldir. Güven
duymada zorluk yaşarlar, özel hayatlarında seçim yapmakta zorlanırlar , karar vermekte güçlük
çekerler. Sürekli terk edilme korkusuna kapılırlar çünkü kendilerini değerli bulmazlar. Sevgi
görmedikleri için sevgi göstermekte onlar için bir hayli zordur. Olaylara karamsar yaklaşır ve
tüm kötü olayların kendilerini bulduğu fikrine inanırlar ve tüm bu eğilimler ,psikolojilerinin
daha fazla yıpranmasına neden olurlar.
Peki ya fazla sevgi göstermek olumsuz sonuçlar doğurabilir mi? Bu sorunun cevabı tabii ki
evet. Bir birey düşünelim ki; çocukluğunda aşırı doyum verilmiş, her istediği yapılmış
, bekleme ve sabretme kavramlarını tatmamış. Bu çocuk ailesinin ona gösterdiği aşırı sevgiden
güç bulur ve yaşamının ilerleyen dönemlerinde de disipline ayak uyduramaz, bekleyemez, her
istediği çocukluğundaki gibi hemen olsun ister. Ancak artık çocuk değildir ve yaşam şartları her
istediğini önüne sunacak kadar güçlü değildir. Bu durumda ise kişi hayal kırıklığı yaşar, kendini
mağlup hisseder. Aşırı tepkiler gösterir hatta öfke krizleri geçirebilir. Bu durumlara engel olmak
için, bebeklik döneminde bebeklere, anne babalarının her zaman yanında olamayacağı,
gerektiğinde beklemek zorunda oldukları sinyali verilmeli ve şartlara alıştırılmalıdır.
Büyüklerimizin de dediği gibi her şeyin eksikliği zarar olduğu gibi fazlası da zarardır. İdeal olan
ise dengeyi bulmaktır. Umarım ,birbirimize her zaman yeterli sevgiyi göstermeyi öğrenir,
sevginin ne denli güçlü bir duygu olduğunu fark edebiliriz.
Psikolog Mert İçme
